Veliler olarak çocukların azami bir din eğitimine sahip olabilmeleri geniş kesimler tarafından bir ihtiyaç olarak kabul edilir. Kendi hayatlarında dini emir ve nehiyleri çok da fazla dikkate almayan veliler dahi çocuklarının en azından temel bir dini eğitime sahip olmalarını gerekli olduğunu düşünmekteler. Özellikle çocuklarının ahlaki gelişimleri için ana unsurların arasında görülen din eğitimi Avrupa ortamında camilerde yada en azından cami cemiyetleri tarafından işletilen din eğitim kurumlarında yerine getirilmekte.
Birçok camimizde din dersine katılan çocukların velilerinin önemli bir kısmı camiyi ayakta tutan cemiyetin üyesi dahi olmayabiliyor. Ama yine de camideki din eğitimi bu kesim tarafından dahi tercih ediliyor.
Din eğitimi alanında son yıllarda ciddi manada gelişmeler katedildi. Birçok kurum kendi eğitim müfredatı ve materyallerini hazırlamaya başladı, geçmişte sadece cami imamının görev alanında görülen bu alan artık daha çok din eğitmenleri tarafından doldurulmakta. Genel itibari ile din eğitiminde değişmeyen bir unsur varsa, o da eğitim dili olarak Türkçe’nin kullanılıyor olmasıdır.
Son yıllarda bu durum “Başka caremiz yok, eğitmen/materyal/müfredatı ancak Türkçe hazırlayabiliyoruz” şeklinde bilinçli bir tercih olarak sunulmaya başlanıldı. Halbuki mevcut durum bilinçli bir tercih olmaktan çok, eğitmen eğitimi, müfredat ve materyal gelişiminde çok fazla yol katedilememiş olmasından kaynaklanıyor. Mevcudun idare edilmesi ve biraz daha geliştirilmesi ile yetinilen din eğitimi alanında mesela cemaatler arasında ciddi bir müfredat farkı yoktur. Evet, her biri farklı kitaplar, bazen biraz daha çeşitlendirilmiş didaktik formatlar kullansalar da, verdikleri eğitim halen Türkiye’de gelişmiş olan Din Eğitimi Modeli üzerine bina olmakta.
Mecburiyetten kaynaklandığı belli olan bu türkçe din eğitimi ısrarı analiz edilmesi yerine artık mevcut durum daha farklı bir sebep ile açıklanmaya başlandı. Dördüncü nesil çocukların eğitildiği günümüzde din eğitimindeki türkçe ısrarı artık dil eğitimi ihtiyacıyla açıklanmaya çalışılıyor.
Evet, türkçe dil eğitimi önemli. Çocuklarımızın mutlaka ve mutlaka Türkçe öğrenmeleri gerekiyor. Bu sadece Türkiye’deki akrabaları ile irtibatta kalabilmeleri için değil, engin bir kültür ve edebiyata sahip büyük bir medeniyete tanıyabilmeleri, özümseyebilmeleri için önemli. Ancak Türkçe dilini gerektiği şekilde öğrendiklerinde bu geniş kültür havzasının sadece bilgisine değil, aynı zamanda da duygularına da nüfus edebileceklerdir. Ama bunun mümkün olan en iyi yöntemi gerçekten Din Dersi’ni türkçe verme ısrarında mı yatmakta, o şüpheli.
Din Eğitimi bağlamında sınırlı vakitte kapsamlı bir müfredat uygulanmaya çalışılırken dil eğitimini derinlemesine ilerletmek için çok sınırlı bir süre kullanılabilmekte. Bu da öğrencilerde genelde Türkçe kabiliyetlerinin çok da fazla gelişememesine sebep olamakta. Diğer tarafta dördüncü nesil olarak görmemiz gereken çocuk ve gençlerde Türkçe Dil Bilgisi eksikliği artık dikkatten kaçamayacak kadar bir seviyeye düşümüş durumda. Peki hem çok az Türkçe’ye sahip, çok az Dil Eğitimi alan bir çocuğun bu temelde din eğitimini olması seviyesinde almasının mümkün olmadığı aşikardır. Gençlerimiz ne dil eksikliğinden dolayı ne din eğitimlerini tam alabilmekteler, ne de dillerini geliştirebilmekteler.
Bu durumda din eğitimine mi önem verilmeli yoksa dil eğitimine mi? Böyle bir tercihte bulunmamızı gerektiren bir durum sözkonusu değil. Din ve Dil eğitimini illa da birbirini bağlamak gerekmiyor. Türkçe dil eğitimini gerçekten geliştirmek istiyorsak, o zaman din eğitiminden bağımsız ayrı bir müfredat ve materyal ile, yabancılar için türkçe dil eğitimine benzer bir proğram hazırlamamız gerekiyor. Ancak bu şekilde dil eğitimi ile çocuklarımıza Türkçe’yi gerçekten edebi bir seviyede anlama imkanını vermiş oluruz.
En azından Temel Din Eğitimi dediğimiz dönem için dil tercihini çocukların hakim olduğu dile göre yapmak gerekir ki, bu günümüzde dördüncü nesle mensup çocuklarda yerel dil olmakta. Çocuklar bu dili ana okulundan ilk okul ve sonrasına kadar daha sistematik bir şekilde öğrenmekteler. Kelime hafızaları yerel dilde daha geniş olduğu gibi, çocukların bir çoğu da Türkçe’de hiçbir şekilde telaffuz edemedikleri soyut kavramları bu dilde anlayıp açıklayabilmekteler. Bu bağlamda din eğitiminde de bir paradigma değişimine gidilmesi de sözkonusu. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi mevcut din eğitiminin temel anlayışı Türkiye şartlarına göre oluşmuş durumda. İnsanların çoğunluğunun müslüman olduğu bir toplum ile müslümanların azınlığı oluşturduğu bir toplumda müslümanlara yöneltilecek olan sorular ve eleştiriler birbirinden çok daha farklı olacaklardır. Gitgide dinden uzaklaşan ve çok farklı dinlerin birarada yaşadığı bir toplumda din eğitiminin cevablaması gereken sorular çok daha farklı olacaktır.